22 Ocak 2012 Pazar

Düşler Bahçesi





Dün bir filme gittik.

Orjinal ismi "We Bought a Zoo" Ama Türkçe'ye "Düşler Bahçesi" olarak çevirmişler. Film eğlenceli bir film. Eşini kaybetmiş bir babanın iki çocuğu ve şehirdeki hayatını kotarmaya çalışması ve en sonunda sıfırdan başlayabilmek için yeni bir ev satın almasını anlatıyor. Ev bir hayvanat bahçesinin içinde olduğu için aslında bir hayvanat bahçesi satın almış oluyorlar.





Böylece yaşamları tamamen değişiyor. Yeni bir yaşam şekli ve yeni dostlar buluyorlar. Bu değişimin onlarda yarattığı dönüşümleri ve yollarını yeniden bulmalarını anlatıyor. Buraya kadar aslında film akışı sıradan.

Ama filmi işlerken duyguların altını çok güzel çizmiş yönetmen. 

Bazen ebeveyn olsa da insanların yolunu kaybedebilceğini, bazen 7 yaşındaki kızının sana yolu gösterebileceğini, bazen hayatımızın rutininin artık bizi  boğduğunu anlayıp hayatı değiştirmek gerektiğini, bazen en sıkıştığımız anlarda hayatın bize sunduklarını, bazen kabullenip devam etmek gerektiğini ve daha bir çok seyi güzel ve akıcı bir üslüpla anlatmış.

Özellikle kız çocuğunun performansına bayıldım:)

Filmi beğendim ama bu filme gidiş hikayemi anlatmak istiyorum asıl.

Dün bir kaç telefon görüşmesi yaptım ve aslında kafam biraz karıştı. Kendi kendime yazdım çizdim ama tam sorunun cevabını bulamadım. Dün bir karar vermem gerekli olduğunu biliyordum. Önemli bir konuda yol ayrımındayım çünkü. Neyse sorunun cevabını bulamadım ve akışa bıraktım. Nasıl olsa bulurum dedim ve akşam sinemaya gitmek üzere yola çıktık. Aklımda Demir Lady'e gitmek vardı. Palladium'a gittik. Aslında hep rezervasyon yaptırırım önceden ama bu sefer nedense rezervasyon da yaptırmadım. Ve gişeye geldiğimizde önümüzdeki bayan durup dururken arkasını döndü ve dedi ki "demir lady'e bilet kalmamış, Düşler Bahçesi'ne bilet alın. Hatta biraz daha geç kalırsanız ona da bulamazsınız" dedi ve arkasını dönüp gitti. Biz de Düşler Bahçesi'ne bilet aldık.

Sonra filmi izlerken dedim ki içimden sorunun cevabı bu filmde gizli:) Ve ben gerçekten aklımdaki yol ayrımının kararını bu filmi izledikten sonra aldım.

Aklımdaki yol ayrımı ne miydi? O da bende kalsın.....:)

Sevgiler
Burcu

4 Ocak 2012 Çarşamba

İnsanın Anlam Arayışı


Harika bir kitap okudum. Okuyan us yayınlarından çıkmış. Adı "İnsanın Anlam Arayışı".

Yahudi Kampında çok uzun bir süre kalmış, hayatta kalmak ile ölüm arasındaki ince sınırda uzun bir süre gidip gelmiş, sonrasında hayatına bir anlam yüklediği için yaşama tutunmuş bir nöroloji ve psikiyatr profösörü olan Viktor E. Frankl'ın özyaşam öyküsünü anlatıyor kitap.

İlk bölümü yahudi kampında eşini annesini, babasını kaybedişini, onların gaz odalarına götürülmesini, kız kardeşi hariç hayatta kimsesi kalmayışını, yaşama dair bütün herşeyini, tüm insani değerlerini, özsaygısını kaybedişini, buna rağmen nasıl ayakta kaldığını anlatıyor. Çoğumuz  Avrupa'nın bir çok yerinde- özellikle Almanya'daki- Yahudi mezarlıkllarını, toplama kamplarını bizzat gördüğümüz, bu konuyla ilgili bir sürü film seyrettiğimiz halde, kitap öyle detaylı anlatılmış ki, bu kitabı okurken bazen insan olmaktan bile utanıyorsunuz.  "Nasıl böyle bir şey olabilir, bu kadar da değil artık " diyorsunuz.



İkinci bölümdeyse logoterapiyi yani "anlam" ın insan hayatındaki yerini ve bunun nasıl ortaya çıktığını anlatıyor yazar. Diyor ki "kişi belli durumlar karşısında tavrını belirleme yetisine sahiptir. Yahudi kampındayken  ya pes edebilir ve bilinçli olarak ölümü seçebilirdim ya da yaşamayı seçip kampta yaptığım gözlemleri kaydedip bunlarla ilgili psikoloji alanında gelişim sağlayabilirdim. Hayatta kalmam tamamen benim bakış açıma ve hayata verdiğim anlama bağlıydı".

Hepimiz hayatımızı aslında verdiğimiz anlama göre yaşıyoruz ve algılıyoruz. Bugün insanlığın en önemli sorunu aslında boşluk ve anlamsızlık duygusu. Onun için çoğumuz sürekli satın alıyoruz, onun için bu kadar kızgınız çoğumuz.

Viktor Frankl diyor ki "logoterapide bir kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının üç yolu vardır. Bunlardan birincisi bir eser yaratmak ya da bir iş yapmaktır.
İkincisi bir şey yaşamak ya da bir insanla etkileşime girmektir yani sevgide anlam bulunabilir.
Daha önemli olan üçüncü yol ise değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı bile kendini aşabilir ve böylece kendini değiştirebilir. Kişisel bir trajediyi zafere dönüştürebilir. 
Logoterapi "acı çeken ve bundan kurtulması olanaksız olan bir insana, bu acıyı alçaltıcı bulduğu için mutsuz olması ve bundan dolayı utanması yerine, çektiği acıyla gurur duymasına olanak sağlar.

Aslında Viktor Frankl'ın da söylediği gibi  hayata nasıl bakarsak öyle görür, algılar ve yaşarız...
NARDUGAN'INIZ KUTLU OLSUN!
Yeni yılla beraber çok sevdiğim bir yazıyı sizinle paylaşmak istedim...

ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ

Hıristiyanların İsa'nın
doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski
Türklerin yeniden doğuş bayramıdır.
Türklerin, tek
Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre,
yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor.
Buna hayat ağacı diyorlar
. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.

Türklerde
güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin
kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor.

Uzun bir
savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.

İşte bu
güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.

Güneşin
yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.

Bayramın adı
NARDUGAN

(nar=güneş,
tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.

Güneşi geri
verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.
Duaları
Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar,dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.
Bu bayram için,
evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.
Yaşlılar,büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar.

Yedikleri; yaş
ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.

Akçam ağacı
yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş.
Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş, bu yüzden olayın ; 
Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor.

İsa'nın
doğumu ile hiç ilgisi yok.

"Doğum,
güneşin yeniden doğuşu"

Sümerolog

Muazzez İlmiye ÇIĞ