30 Eylül 2012 Pazar

Gökkuşağı Renginde Kadın Sohbetleri Başlıyor.....


Çocuğum,İşim,Eşim Peki ya Ben? raflardaki yerini aldı ve ben gökkuşağı kadınlarının ortak platformu olması için açtığım bu blogda sizlerin paylaşımlarına da yer vermek istiyorum.


Biz, gökkuşağı kadınlarıyız.
Hepimizin doğru ve yanlışları var.
Ne utanıyoruz, ne uslanıyoruz.
Çocukların sevincinde, bir annenin hüznünde yaşama sarılıyoruz, söylenmeyecekleri söylüyoruz bazen. Ama her zaman çok seviyoruz.
Ortalama olmuyor hiç duygularımız. Koşuyoruz, iniyoruz, çıkıyoruz. Bazen düşüyoruz ama hep kalkıyoruz. Acı çekmekten korkmadan, cesurca yaşıyoruz.
‘Ben’ olmayı önemseyerek, inatla, istediğimiz gibi kocaman seviyoruz. Ve aşkın tüm renklerini kokluyoruz, kokladıkça gökkuşağının renkleri açıyor yüreğimizde.
Biz gökkuşağı kadınlarıyız, biz birçoğuz, biz yeniden var edeniz ve biz her yerdeyiz.

Kadınca yaşamlarımızı daha da çok paylaşmak ümidiyle…


Sevgiyle ve umutla…

18 Eylül 2012 Salı


OKUYUCUYLA BULUŞMAYA ON GÜN KALA...

Kitabın basılmasına sadece günler kaldı. Sonunda 1 Ekim 'de basılıyor ve ben sanki çocuğumun doğumunu bekliyor gibi hissediyorum. Dün kapak üzerinde çalıştık ve işte kapak da bitti...

Nasıl tatlı bir telaş, nasıl bir heyecan anlatamam... Yıllardır bir sürü uluslararası markanın, ürünün PR'ını yaparım. İnsanın kendi yarattığı bir şeyin tanıtımını yapması bile çok daha başka heyecan veriyor.

Benim gibi bir sürü kadına ulaşabilmek, arkadaş sohbetlerini bir sürü kadınla yapıp onlarla paylaşımlarda bulunmaya yaklaşmak aslında beni en çok heyecanlandıran.

Umarım okuyunca siz de keyif alırsınız ve duygularınızı paylaşırsınız.


27 Haziran 2012 Çarşamba

HAYATINIZI GUZELLEŞTİRMEK İÇİN 8 İPUCU

Hayat koşturmacası içinde çoğumuz kendimize zaman ayıramıyoruz. Ama kendi hayatımızı güzelleştirmek aslında bizim elimizde.. İşte bunun için 8 ipucu...




1)Bedeninize özen gösterin: Beslenmenize dikkat edip spor, yoga ve meditasyon yapın. Bedeninizi sevmek, onunla mutlu olmak, bedeninizin ritmini ve varlığını hissederek bu yolla içsel bir bağ kurmak yaşamı algılayışınızı etkileyecektir.

                                   

2) Kendinizi sevin; Kendinizi tanıyıp sevmek beyinle kalp arasındaki bağlantıyı kurmak ancak önce kendinizi sevmekle başlar... Sabah kalkıp aynaya gülümseyerek bakın.

3) Keske ve "ama" ları hayatınızdan çıkartın; Yaşam ileriye gider. An'ın tadını çıkartın. Geçmişe takılı kalmayın.

4) İşinizi sevin ve önemseyin; İş hayatı sürekli zinde kalmanızı ve üretmenizi sağlar. Üretmek ise insanı mutlu eder. Ne iş yapıyorsanız yapın, işinizi sevin.

5) Annenizle zaman geçirin; Kadınların gücü annesinden gelir ..



6) Kadın arkadaslarınızla bol bol zaman geçirin; Kadınların birbirine verdiği destek ve yakınlık gerçekten çok önemlidir. Benzer duygularla benzer olayları yaşayan kişilerin bir arada olması  güvendehissetmenizi sağlar; yalnızlık hissini giderir.

7) Destek istemekten çekinmeyin; İhtiyacınız olduğunda aile bireylerinizin özellikle de hayat arkadasınızın desteğini istemekten, ihtiyacınızı dile getirmekten ve size gereken desteği almaktan çekinmeyin. Partnerinin desteğini alan kadın, yaşamın getirdiği zorlukları daha kolay bir biçimde göğüsleyebilir.

8)Sevmeye odaklanın. Sevmeye kendinizden başlayın. Her kim olursa ve nasıl özelliklere sahip olursa olsun, karşınızdakinin sizin gibi olmasını, size benzemesini beklemeden sevin ve kabul edin.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

HAFTA SONU KAÇAMAKLARI



Yoğun iş temposundan  bunalıp her hafta sonu bir plan yapar olduk. Cümbür cemaat İstanbul'un etrafındaki yakın yerlere yaptığımız kaçamakların yanında, geçen hafta cumartesi şehrin içinde de -bu sefer çekirdek aile olarak- çok keyifli bir gün geçirdik. 






Önce sabah erken saatlerde Emirgan korusu'na doğru yola çıktık. Fazla kalabalığa kalmadan Emirgan Köşkü'nün muhteşem lale bahçelerinde mis gibi çiçek kokusu içinde kahvaltı edip çaylarımızı yudumladık. Bol bol yürüyüp keyif yaptık. Oradan Sabancı Müzesi'ne geçtik.






Rembrandt'in Sabancı Müzesi'ndeki sergisine şirket olarak sponsor olduk ve bu sponsorluk kapsamında da ailece sergi gezdik. Zeynep tabloları dikkatle ve  bir büyük edasıyla inceleyip sorular sorduktan sonra günün yorgunluğunu atmak için  Sabancı Müzesi'nin sergisi'nde oturup bir seyler içtik. Orada otururken düşündüm. Ben işim gereği senede en az 5-6 kere farklı ülkelere basın götürüyorum. Gittiğimiz ilk gün de o ülkenin gezilecek yerlerini gezdiriyorum. Bunlar içinde de mutlaka bir müze, bir sergi ya da tarihi bir yer oluyor. O şehrin dokusunu ve ruhunu anlayabilmek için öncelilke sergi, müze gibi yerlerin gezilmesi gerektiğini düşünüyorum. (En son dönerken de mutlaka o şehrin marketine uğrayıp oraya özel ürünleri almayı çok severim:)) Sabancı Müzesi'nin cafesinde oturup içeceklerimizi yudumlarken buranın da aslında çok özel bir müze olduğunu düşündüm. Ve artık kızımla beraber de yurt dısındaki gezilerimize başlayabileceğimizi farkettim. İspanya'da Gaudi müzesiyle başlamaya karar verdim... Bakalım ne zaman gideceğiz??  




29 Nisan 2012 Pazar

NEFES ALDIĞIM GÜN...

Yaklaşık bir buçuk aydır yazamadım. Çok zor bir zaman dilimiydi bu benım için. Ciddi sağlık problemleri yaşadım ama her kötü ve zor olay yeni bir şey öğretir insana. Bana da öğretti. Bu dönemde gerçekten çok sey üzerine düşündüm, ölçtüm, tarttım, biçtim yerleştirdim. Normal yaşam akışımda hiç üzerine düşünmeye fırsatım olmayacak konuları düşünüp güldüm halime. Bazı yaşadıklarım ise benim için tam bir sürpriz oldu. Bir hafta kadar hastanede yattım. Ne bilgisayar ne de bilgisayara bakacak halim vardı hastanede yatarken.pazartesiden cumaya cok düşük bir tansiyon ile yattım hastanede. Kızımın okuldan bir arkadasının annesi- sonradan benım de arkadasım oldu - benı cuma sabahı aradı ve dedi ki "bugün başlayacak bir nefes kursu var lütfen sen de gel". Ben bu teklife güldüm tabii. Dedim "şu anda kolumda serumlar var ve nefes kursuna gitmek değil, nefes alacak halim yok". Cok ısrar etti " bak bu cok iyi fırsat, ben sana göz kulak olurum,hatta götürürüm, akşam da eve bırakırım, hem bu sana şifa olur lütfen gel" dedi. Artık soyleyecek bir sey kalmamıştı. Kolumdan serumu çıkardım, tüm ev halkının itirazlarına rağmen kursa gittim. İyi ki de gitmişim.








O gün  tesadüfen Sri Sri Ravi Shankar diye birisinin geleceğini ve nefes kursunun bu kişi tarafından verileceğini, şansıma bu kişinin o gün Berlin'den geldiğini öğrendim. Çocuk gibi yaşamak gerektiğini, yaşamın kıymetini bilmemiz gerektiğini öğrendim. Çocuğa sormuşlar. Huzur mu çikolata mı istiyorsun  diye. Çikolata demiş. Yetişkin birine sorsaydı muhtemelen "huzur" derdi. Onun için yetişkinler mutsuz, çocuklar mutlu. Çocuk somut birsey istiyor. İstiyor ve elde edinceye kadar da bırakmıyor. Elde edince de afiyetle ve keyifle yiyor.




Bu kursta öğrendiğim nefes tekniklerinin yanında çok önemli birşey daha öğrendim. Ertesi gün sabah hepimize kahvaltı olarak bir adet siyah buyuk üzüm dağıtıldı. Bu üzümleri elimizde tutmamızı söyledi. Önce dokunduk ve parmak uçlarımızla tüm dokusunu hissettik. Sonra ağzımıza atmamızı ama ağzımızda hiç ısırmadan dolaştırıp formunu farketmemizi istedi. İyice formu kavradıktan sonra bir kere ısırın suyunun tadına varın ama baska ısırmayın dedi. Sonra bir kaç kere daha isısırın ve agzınızdaki tadı iyice kavrayın, suyun lezzetinin farkına varın dedi. Biz bu şekilde 5 dakıka tek bir üzümü sindirerek tam anlamıyla tadına vararak yedik. O anda şunu farkettim. 5 dakika içinde normalde bir çoğumuz 15 adet üzümü yemiş yutmuş bir de üstüne ne yediğimizi de anlamamış olurduk.  Bir adet üzümü sindirerek yedikten sonra tokluk hissettim ama hızlı bir sekılde çok daha fazla üzümü agzıma atıp yeseydim üzümler bitecek, ben doğru düzgün üzümün tadına varamamış olacaktım. Tıpkı hayat gibi. hayatı da o kadar hızlı tüketiyoruz ki tadına varamadan hayat geciyor. bakıyoruz ki 15 yıl geçmiş. Üstelik ya gelecekle ilgili bir amaç uğruna harcıyoruz ya geçmişe hayıflanıyoruz çoğu zaman. Oysa çocuklar sadece çikolata istiyor ve alınca hemen yiyor ve mutlu oluyor. Sonra hemen oyununa geri dönüyor ve şimdi şu anda kalarak güzel vakit geçiriyor. Bu kursta ben en çok bunu öğrendim. Ben öğrendim ki çocuklardan öğrenecek çok şeyimiz var....  


20 Mart 2012 Salı


SEVGİYLE VE SAĞLIKLA KALIN

Prof. Dr. İmer Okar'ın önerilerini sizinle de paylaşmak istedim. Her gün bu önerilerden 5 tanesine daha işlerlik kazandırın inanın kazanan siz olacaksınız diyor İmer Okar..

 1. Vücudunuza dar gelen kıyafet giymeyin.
 2. İlaçla yaşamaktan kaçının.
 3. Randevularınızı önceden ayarlayın.
4. Hafızanıza güvenmeyin; mutlaka yazın.
5. Aracınızı, bozulmadan servise götürüp bakım yaptırın.
6. Her kilidin yedek anahtarını yaptırın ve belli yerlerde bulundurun.
7. Daha sık 'hayır' deyin.
8. Yapacaklarınızı öncelik sırasına sokun.
9. Zamanınızı israf etmeyin.
10. Öğle ve akşam yemeklerini basitleştirin.
11. Kötümser insanlardan uzak durun.
12. Önemli evrakın birden fazla fotokopisini çektirin.
13. Evde çalışmayan ne varsa tamir ettirin.
14. Yapmaktan hoşlanmadığınız işler için yardım isteyin.
15. İhtiyaçlarınızı önceden belirleyin.
16. Bir defada yapılması zor büyük işleri, küçük parçalara ayırın.
17. Etrafı toplayın, dağınıklıktan kurtulun.
18. Gülümseyin.
19. Bebekleri gıdıklayın.
20. Dost bir kediyi veya köpeği okşayın.
21. Kendinizi, bütün soruların cevabını bilmekle yükümlü hissetmeyin.
22. Karşılaştığınız insanlara, onların hoşuna gidecek bir şey söyleyin.
23. Yağmur yağmasını isteyin; yağınca yağmurda yürüyün.
24. Arada bir çarşı hamamına gidin.
25. Kendi kendinize, nerede eski günler, her şey daha güzeldi demekten vazgeçin.
26. Verdiğiniz kararın ne anlama geldiğini iyi düşünün.
27. Kendinize güvenin.
28. Nüktedan olun.
29. Sizi mutlu edecek bir şey yapmayı yarına bırakmayın.
30. Hiç tanımadığınız insanlara yürekten bir merhaba deyin.
31. Eski bir arkadaşlarınızla karşılaşınca ona sıkıca bir sarılın.
32. Hava açıksa, gece yıldızları seyredin.
33. Bir şarkıyı ıslıkla çalmayı öğrenin.
34. Arada bir şiir okuyun.
35. Kendinize bir demet çiçek alın. Bir çiçek koklayın.
36. Yardım istemekten çekinmeyin; alamazsanız üzülmeyin.
37. Görünüşünüze özen gösterin.
38. Her şeyi kararında yapın; ifrata kaçmayın.
39. Nerede gerekiyorsa, orada mutlaka gerekli emniyet tedbirini alın.
40. Daima daha iyisini yapmaya çalışın, ama mükemmeliyetçi olmayın.
41. Resim ve heykel sergilerini gezin.
42. Ayakkabınızı boyatın.
43. Kuaföre gidin.
44. Kendi kendinize bir şarkı mırıldanın.
45. İyi bir müzik dinleyicisi olun.
46. Kendi kendinize yetmeyi öğrenin.
47. Her gün biraz idman yapın; her fırsatta yürüyün.
48. Dünyanın en yetenekli insanı olmadığınızı kabul edin gerekiyorsa elimden ancak bu kadar geliyor deyin.
49. Yeni moda birkaç şarkıların sözlerini ezberleyin.
50. İşe erken gidin.
51. İşe her gün aynı yoldan gitmeyin.
52. Amirinizden izin alıp bazen işten erken çıkın.
53. Kırlarda dolaşın.
54. Maça gidip bağırın.
55. Başkaları dilemeden, siz onlara iyi günler dileyin.
56. Teşekkür edin.
57. Arabanıza güzel koku yayan bir alet koyun.
58. Evde kendi kendinize yemek pişirin, güzel bir sofra kurun, sonra da afiyetle yiyin.
59. Başkalarını adam etmekten vazgeçin.
60. Severken karşılık beklemeyin.
61. Sinemada film seyrederken patlamış mısır atıştırın.
62. Bir ağaç, olmazsa bir çiçek dikin.
63. Şişmanlamayın.
64. Hatıra defteri tutun.
65. Bazı şeyleri de bilmeyin
66. Kağıttan bir uçak yapıp uçurun.
67. Bir derneğe veya kulübe girin, arkadaş edinin, toplantılara katılın.
68. Mutlaka yeterince uyuyun.
69. Az konuşun, çok dinleyin.
70. İş arkadaşlarınıza ve dostlarınıza iltifatı esirgemeyin.
71. Bir güne yapılacak çok şey tıkıştırmayın.
72. Acelesiz yaşayın; daha önünüzde yaşanacak çok güzel günler var.
73. Stresli davranmak, doğuştan gelen değil, sonradan kazanılan kötü bir huydur; bunu unutmayın.
74. Son söz: Öfkeyi, kendinize zevk edinmeyin.


16 Şubat 2012 Perşembe

AŞK SENSİN...



NERGİS
“Neyi arıyorsan sen O'sun" der Mevlana...

Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık...

Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sü­rükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır.

Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslın­da, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü...

Her aşkta kendimizi ararız; o yüzden bulduklarımız, benzerlerimizdir.

Resimlerini yanyana koyun sevdiklerini­zin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...




Aşk denilen kaleydoskobun buzlucamına gözünüzü dayadığınızda, binbir camın rengarenk ışıklar saçarak döndüğünü ve her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça...


Aşklarınız hülasanızdır.

Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın, farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam par­çalar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz...
 Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizde­ki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki si­zin ilhamınız, tenindeki sizin ısınız...Yoksa hâlâ bir sevdiceğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...
Aşk, narsizmdir.Kendimiziz her aşkta arayıp durduğu­muz, peşinde olduğumuz...

Bir omza sığınmanın şefkatinde de, bir göğsü dişlemenin şehvetinde de kendimize açılan kapılar var.

Sevda, çevrildikçe içimizin farklı ışıkları­nı yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.

Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.

Narcissus'u bilirsiniz:


 
Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya doyamazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ır­mak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü... uzanıp, iyice bak­mak istemiş. Tam gördüğünde kendini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya...

Yeryüzünün en güzel insanının öldüğü­nü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş.

Narcissus, nergis olmuş.

Kıssadan hisse, benden size tavsiye, ta­ze bir nergis verin bugün sevgilinize...

Sonra da, nerede baharsa mevsim, ro­tasını oraya çevirip içindeki eski baharla­ra koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin, baharın elinizde olduğunu unutmadan...

Gözlerinizdeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin!

Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...


Çok sevdiğim bir arkadaşım bugün bir yazı paylaştı. Ben de sizinle paylaşmak istedim...

13 Şubat 2012 Pazartesi

Hayallerin Peşinde

Dün "Hayallerin Peşinde" filmini seyrettim.





Kate Winslet ve Leonardo DiCaprio'nun oynadığı 2008 yapımı Oscar'a aday gösterilen ve en iyi kadın oyuncu dalında Altın Küre alan  film bir başyapıt olarak defalarca izlenebilir bence.


Filmden o kadar çok etkilendim ki...Hatta "etkilenmek" kelimesi az kalır. Oyunculuk performansı, sahneler, senaryo ve akışın yanında bugün yaşadığımız hayatla o kadar paralellikler kurmuş ki yönetmen ve o kadar sert zıtlıkları kullanmış ki bugün yaşadığımız değerler ve "-mış gibi " yaşamlar insanın yüzüne çok çarpıcı şekilde yansıtılıyor. Hatta ben filmi seyrettikten sonra bir süre oturduğum yerden kalkamadım.

Tabii aslında filmin ismi "Hayallerin Peşinde". Ben de bu filmi hayallerinin peşinden koşan ve mutlu sonla biten bir Hollywood filmi olarak aldım.



Film, 1950'lerde geçiyor.  İki çocuğuyla mutlu gözüken bir hayat yaşayan, ama konforlu bir yaşam elde edebilmek için göğüslenen baskılarla kendi gerçek arzuları arasında sıkışıp kalan, bir çiftin öyküsü anlatılıyor.Oynadığı tiyatro oyunundan ve işinden mutsuz, evliliğinden ve hayatının rutininden sıkılmış bir kadın ve mutsuz bir evlilik imgeleriyle başlıyor. Adam işteyken kadın etrafı topluyor ve salon koltuğunun üzerine çarşaf ve yastık görülüyor. Ayrı yataklarda yatan ve son derece mutsuz ve yalnızlaşmış bir evlilik olduğunu anlıyorsunuz.

Adam küçücük kutuların içinde kafes gibi bir hücrede çalışıp önemli ve değerli birşey yaptığına kendini inandırmaya çalışıyor. Bu arada adam iş arkadaşlarından birisiyle dışarı çıkıyor, birlikte içki içerken bugün benim doğum günüm ama kimse hatırlamadı diyor ve iş arkadaşı olan kadınla birlikte oluyor. Kadının evinden ayrılıp eve geldiğinde kapıyı eşi açıyor. Kadın o mutsuz evi "yuva" haline dönüştürmüş, çocuklarla beraber hazırladığı sofraya davet ediyor adamı ve doğum günü için çok hoş bir sürpriz yaptığını anlıyor adam ve hemen duşa giriyor ve uzun bir süre duşta kalıyor.


Kadın tam da burada rutin, mutsuz ve sıkıcı hayatlarının akışını değiştirecek bir teklif getiriyor. Paris'e yerleşmeyi.... Paris'e yerleşip sen istediğin işi yapmaya karar verinceye kadar ben çalışırım diyor ve çok da işleyebilecek bir plan yapıyor ve adamı da ikna ediyor. Kutunun dışına çıkmaya, yüreğinin sesini dinlemeye ve ilişkilerini geri kazanmaya adamı ikna ediyor. Çoğumuz aslında rutinin içine o kadar gömülüyoruz ki bu arada neyi kaybettiğimizi farketmiyoruz bile ve sonra yaşanan olaylar, kadının hayal kırıklıkları, adamın korkuları gerçekten izleyici de soğuk duş etkisi yapıyor.

Bununla beraber filmde komşuların tepkilerini, iş arkadaşlarının bakış açılarını, deli bir adamın olaylara yorumunu son derece doğru ve açık ifade edişini özellikle izlemekte fayda var. Tüm bu karakterler o kadar çarpıcı şekilde yerleştirilmiş ki, hayatımızın içinde ama pek de farkında olmadığımız tiplemelerin altını çok etkileyici şekilde çizmiş...

Bu ara Stefano D'Anna'nın Tanrılar Okulu'nu okuyorum. Onun felsefesini de belki çok çarpıcı şekilde yansıttığı için aslında film beni bir kat daha etkiledi. Stefano'nun kitabıyla nasıl bir paralellik mi var? Onu da önümüzdeki günlerde anlatacağım...


2 Şubat 2012 Perşembe


Türkiye'de 2011'de en beğenilen şirketler


Capital Dergisi Gfk ile birlikte 2011 senesinde iş dünyasında Türkiye’nin En Beğenilen Sirketlerini belirlemek için bir araştırma yaptı.




Bu araştırma da iş dünyasını temsilen 8.500 yöneticiye fikri sorulmuş. Bu yanıtlar verilirken de "kendi şirketi hariç" yanıt vermesi istenmiş. Kendi şirketini yanıt olarak verenler ise analize dahil edilmemiş.

Buna göre bu sene en çok beğenilen şirket 4 senedir olduğu gibi Turkcell çıkmış. Sonra Garanti Bankası,  Arçelik, Koç Holding ve arkasından Eczacıbaşı Topluluğu geliyor.

İlk 10 ise aşağıdaki gibi.

1  Turkcell
2 Garanti Bankası
3 Arcelik
4 Koc Holding
5 Eczacıbası Topluluğu
6 Coca-Cola / Unilever
7 Turk Hava Yolları
8 Is Bankası
9 Procter & Gamble
10 Sabancı Holding

Şimdi bunu niye yazdım. Çünkü çok dikkatimi çeken birsey oldu.

Yapılan araştırmaya göre Türkiye’nin “En Beğenilen” ilk 5 şirketin ilk ikisine bakıldığında bilgi ve teknoloji yatırımları” üç ve dördüncü sırada ise güvenilir şirket olmakriterleri ön plana çıkıyor.
 
Eczacıbaşı Topluluğu'nda ise duygusal bağlılık yaratmada etkisi yüksek olan ve son senelerde şirketlerin gündemindeki önemi yükselen “Toplumsal Sorumluluk” konusu  ön plana çıkıyor. Bu güçlü yanlara karşın çalışanına sağladığı ücret politikası ve seviyesi anlamında zayıflar. Ayrıca rekabette etik davranma, yönetim kalitesi ve şeffaflığı ve çalışan memnuniyeti konularında da zayıf olarak nitelenmişler.


İşte tam da bu nokta benim çok ilgimi çekti.

Bir kişinin iş yerine bağlılığını sağlayan önemli etmenlerin başında ücret politikası gibi konular gelmiyor. Tabii bu konuda önemli ama benim marka derslerinde de belirttiğim gibi sosyal sorumluluk projeleri gibi duygusal bağ yaratan konular çok önem kazanıyor.


Tüm burada belirtilen ve en beğenilen şirket olma kıstasları aslında itibarını doğru yöneten ve doğru algılanan şirketlerin başarılı olduğunu gösteriyor. Artık devir değişti. Sadece finansal sonuçlar ya da raporlar bir şirketin başarılı olduğunu göstermiyor. Başarılı şirket olmak ve yetkin çalışanlarını ellerinde tutabilmek için şirketlerin itibarını doğru yönetmeleri gerekiyor.




22 Ocak 2012 Pazar

Düşler Bahçesi





Dün bir filme gittik.

Orjinal ismi "We Bought a Zoo" Ama Türkçe'ye "Düşler Bahçesi" olarak çevirmişler. Film eğlenceli bir film. Eşini kaybetmiş bir babanın iki çocuğu ve şehirdeki hayatını kotarmaya çalışması ve en sonunda sıfırdan başlayabilmek için yeni bir ev satın almasını anlatıyor. Ev bir hayvanat bahçesinin içinde olduğu için aslında bir hayvanat bahçesi satın almış oluyorlar.





Böylece yaşamları tamamen değişiyor. Yeni bir yaşam şekli ve yeni dostlar buluyorlar. Bu değişimin onlarda yarattığı dönüşümleri ve yollarını yeniden bulmalarını anlatıyor. Buraya kadar aslında film akışı sıradan.

Ama filmi işlerken duyguların altını çok güzel çizmiş yönetmen. 

Bazen ebeveyn olsa da insanların yolunu kaybedebilceğini, bazen 7 yaşındaki kızının sana yolu gösterebileceğini, bazen hayatımızın rutininin artık bizi  boğduğunu anlayıp hayatı değiştirmek gerektiğini, bazen en sıkıştığımız anlarda hayatın bize sunduklarını, bazen kabullenip devam etmek gerektiğini ve daha bir çok seyi güzel ve akıcı bir üslüpla anlatmış.

Özellikle kız çocuğunun performansına bayıldım:)

Filmi beğendim ama bu filme gidiş hikayemi anlatmak istiyorum asıl.

Dün bir kaç telefon görüşmesi yaptım ve aslında kafam biraz karıştı. Kendi kendime yazdım çizdim ama tam sorunun cevabını bulamadım. Dün bir karar vermem gerekli olduğunu biliyordum. Önemli bir konuda yol ayrımındayım çünkü. Neyse sorunun cevabını bulamadım ve akışa bıraktım. Nasıl olsa bulurum dedim ve akşam sinemaya gitmek üzere yola çıktık. Aklımda Demir Lady'e gitmek vardı. Palladium'a gittik. Aslında hep rezervasyon yaptırırım önceden ama bu sefer nedense rezervasyon da yaptırmadım. Ve gişeye geldiğimizde önümüzdeki bayan durup dururken arkasını döndü ve dedi ki "demir lady'e bilet kalmamış, Düşler Bahçesi'ne bilet alın. Hatta biraz daha geç kalırsanız ona da bulamazsınız" dedi ve arkasını dönüp gitti. Biz de Düşler Bahçesi'ne bilet aldık.

Sonra filmi izlerken dedim ki içimden sorunun cevabı bu filmde gizli:) Ve ben gerçekten aklımdaki yol ayrımının kararını bu filmi izledikten sonra aldım.

Aklımdaki yol ayrımı ne miydi? O da bende kalsın.....:)

Sevgiler
Burcu

4 Ocak 2012 Çarşamba

İnsanın Anlam Arayışı


Harika bir kitap okudum. Okuyan us yayınlarından çıkmış. Adı "İnsanın Anlam Arayışı".

Yahudi Kampında çok uzun bir süre kalmış, hayatta kalmak ile ölüm arasındaki ince sınırda uzun bir süre gidip gelmiş, sonrasında hayatına bir anlam yüklediği için yaşama tutunmuş bir nöroloji ve psikiyatr profösörü olan Viktor E. Frankl'ın özyaşam öyküsünü anlatıyor kitap.

İlk bölümü yahudi kampında eşini annesini, babasını kaybedişini, onların gaz odalarına götürülmesini, kız kardeşi hariç hayatta kimsesi kalmayışını, yaşama dair bütün herşeyini, tüm insani değerlerini, özsaygısını kaybedişini, buna rağmen nasıl ayakta kaldığını anlatıyor. Çoğumuz  Avrupa'nın bir çok yerinde- özellikle Almanya'daki- Yahudi mezarlıkllarını, toplama kamplarını bizzat gördüğümüz, bu konuyla ilgili bir sürü film seyrettiğimiz halde, kitap öyle detaylı anlatılmış ki, bu kitabı okurken bazen insan olmaktan bile utanıyorsunuz.  "Nasıl böyle bir şey olabilir, bu kadar da değil artık " diyorsunuz.



İkinci bölümdeyse logoterapiyi yani "anlam" ın insan hayatındaki yerini ve bunun nasıl ortaya çıktığını anlatıyor yazar. Diyor ki "kişi belli durumlar karşısında tavrını belirleme yetisine sahiptir. Yahudi kampındayken  ya pes edebilir ve bilinçli olarak ölümü seçebilirdim ya da yaşamayı seçip kampta yaptığım gözlemleri kaydedip bunlarla ilgili psikoloji alanında gelişim sağlayabilirdim. Hayatta kalmam tamamen benim bakış açıma ve hayata verdiğim anlama bağlıydı".

Hepimiz hayatımızı aslında verdiğimiz anlama göre yaşıyoruz ve algılıyoruz. Bugün insanlığın en önemli sorunu aslında boşluk ve anlamsızlık duygusu. Onun için çoğumuz sürekli satın alıyoruz, onun için bu kadar kızgınız çoğumuz.

Viktor Frankl diyor ki "logoterapide bir kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının üç yolu vardır. Bunlardan birincisi bir eser yaratmak ya da bir iş yapmaktır.
İkincisi bir şey yaşamak ya da bir insanla etkileşime girmektir yani sevgide anlam bulunabilir.
Daha önemli olan üçüncü yol ise değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı bile kendini aşabilir ve böylece kendini değiştirebilir. Kişisel bir trajediyi zafere dönüştürebilir. 
Logoterapi "acı çeken ve bundan kurtulması olanaksız olan bir insana, bu acıyı alçaltıcı bulduğu için mutsuz olması ve bundan dolayı utanması yerine, çektiği acıyla gurur duymasına olanak sağlar.

Aslında Viktor Frankl'ın da söylediği gibi  hayata nasıl bakarsak öyle görür, algılar ve yaşarız...
NARDUGAN'INIZ KUTLU OLSUN!
Yeni yılla beraber çok sevdiğim bir yazıyı sizinle paylaşmak istedim...

ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ

Hıristiyanların İsa'nın
doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski
Türklerin yeniden doğuş bayramıdır.
Türklerin, tek
Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre,
yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor.
Buna hayat ağacı diyorlar
. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.

Türklerde
güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin
kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor.

Uzun bir
savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.

İşte bu
güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.

Güneşin
yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.

Bayramın adı
NARDUGAN

(nar=güneş,
tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.

Güneşi geri
verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.
Duaları
Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar,dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.
Bu bayram için,
evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.
Yaşlılar,büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar.

Yedikleri; yaş
ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.

Akçam ağacı
yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş.
Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş, bu yüzden olayın ; 
Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor.

İsa'nın
doğumu ile hiç ilgisi yok.

"Doğum,
güneşin yeniden doğuşu"

Sümerolog

Muazzez İlmiye ÇIĞ