29 Nisan 2012 Pazar

NEFES ALDIĞIM GÜN...

Yaklaşık bir buçuk aydır yazamadım. Çok zor bir zaman dilimiydi bu benım için. Ciddi sağlık problemleri yaşadım ama her kötü ve zor olay yeni bir şey öğretir insana. Bana da öğretti. Bu dönemde gerçekten çok sey üzerine düşündüm, ölçtüm, tarttım, biçtim yerleştirdim. Normal yaşam akışımda hiç üzerine düşünmeye fırsatım olmayacak konuları düşünüp güldüm halime. Bazı yaşadıklarım ise benim için tam bir sürpriz oldu. Bir hafta kadar hastanede yattım. Ne bilgisayar ne de bilgisayara bakacak halim vardı hastanede yatarken.pazartesiden cumaya cok düşük bir tansiyon ile yattım hastanede. Kızımın okuldan bir arkadasının annesi- sonradan benım de arkadasım oldu - benı cuma sabahı aradı ve dedi ki "bugün başlayacak bir nefes kursu var lütfen sen de gel". Ben bu teklife güldüm tabii. Dedim "şu anda kolumda serumlar var ve nefes kursuna gitmek değil, nefes alacak halim yok". Cok ısrar etti " bak bu cok iyi fırsat, ben sana göz kulak olurum,hatta götürürüm, akşam da eve bırakırım, hem bu sana şifa olur lütfen gel" dedi. Artık soyleyecek bir sey kalmamıştı. Kolumdan serumu çıkardım, tüm ev halkının itirazlarına rağmen kursa gittim. İyi ki de gitmişim.








O gün  tesadüfen Sri Sri Ravi Shankar diye birisinin geleceğini ve nefes kursunun bu kişi tarafından verileceğini, şansıma bu kişinin o gün Berlin'den geldiğini öğrendim. Çocuk gibi yaşamak gerektiğini, yaşamın kıymetini bilmemiz gerektiğini öğrendim. Çocuğa sormuşlar. Huzur mu çikolata mı istiyorsun  diye. Çikolata demiş. Yetişkin birine sorsaydı muhtemelen "huzur" derdi. Onun için yetişkinler mutsuz, çocuklar mutlu. Çocuk somut birsey istiyor. İstiyor ve elde edinceye kadar da bırakmıyor. Elde edince de afiyetle ve keyifle yiyor.




Bu kursta öğrendiğim nefes tekniklerinin yanında çok önemli birşey daha öğrendim. Ertesi gün sabah hepimize kahvaltı olarak bir adet siyah buyuk üzüm dağıtıldı. Bu üzümleri elimizde tutmamızı söyledi. Önce dokunduk ve parmak uçlarımızla tüm dokusunu hissettik. Sonra ağzımıza atmamızı ama ağzımızda hiç ısırmadan dolaştırıp formunu farketmemizi istedi. İyice formu kavradıktan sonra bir kere ısırın suyunun tadına varın ama baska ısırmayın dedi. Sonra bir kaç kere daha isısırın ve agzınızdaki tadı iyice kavrayın, suyun lezzetinin farkına varın dedi. Biz bu şekilde 5 dakıka tek bir üzümü sindirerek tam anlamıyla tadına vararak yedik. O anda şunu farkettim. 5 dakika içinde normalde bir çoğumuz 15 adet üzümü yemiş yutmuş bir de üstüne ne yediğimizi de anlamamış olurduk.  Bir adet üzümü sindirerek yedikten sonra tokluk hissettim ama hızlı bir sekılde çok daha fazla üzümü agzıma atıp yeseydim üzümler bitecek, ben doğru düzgün üzümün tadına varamamış olacaktım. Tıpkı hayat gibi. hayatı da o kadar hızlı tüketiyoruz ki tadına varamadan hayat geciyor. bakıyoruz ki 15 yıl geçmiş. Üstelik ya gelecekle ilgili bir amaç uğruna harcıyoruz ya geçmişe hayıflanıyoruz çoğu zaman. Oysa çocuklar sadece çikolata istiyor ve alınca hemen yiyor ve mutlu oluyor. Sonra hemen oyununa geri dönüyor ve şimdi şu anda kalarak güzel vakit geçiriyor. Bu kursta ben en çok bunu öğrendim. Ben öğrendim ki çocuklardan öğrenecek çok şeyimiz var....