21 Aralık 2011 Çarşamba

BIRAKMAK ve BİRİKTİRMEK ÜZERİNE....

Bazı insanlar vardır. Bırakamaz... Ben de bırakamıyorum.

Annem annesine söylenirdi. Yoğurt kaplarını biriktiriyor diye. Sonra annem yaşlanmaya başladı. O da süs esyaları biriktirir oldu, evdeki sehbalarının üzeri bir sürü incik boncuk, süs esyalarıyla dolu. Benim ilk yurt dışına gittiğimde aldığım Bohemya kristalinden saatler, abimin Norveç'ten ilk aldığı porselenden yapılmış ve elinde başak demeti taşıyan köylü kadın biblosu, başka ülkelerden aldığı demir boynuzları olan Viking heykelcikleri ve daha bir çok küçük biblolar, hediyeler, tüm ailenin resimlerinin olduğu onlarca çerçeve... Hepsi sehbalarının üzerinde durmakta. Annem hiç birini atamıyor. Ben de ona söylenirdim. Benim bugün evimdeki sehbaların üstü bomboştur. Örtü de yoktur, herhangi bir kristal de, porselen biblolar da. Sadece aydınlatmaya yarayan bir iki obje var, o kadar.

Ama ben de anneme benzediğimi farkettim geçen hafta. Eşya değil bırakamadıklarım. Çok kolay atarım eşyaları, hiç kıymeti yoktur benim için, bağlanmam eşyaya. Ama "insan" ve "anı" biriktiriyorum ben.  Hiç birinden vazgeçemiyorum... Bazen canımı acıtıyorlar ama bırakamıyorum...Gidemiyorum hiçbirinden... Bana zarar veriyorlar aslında, görüyorum. Bıraksam çok daha rahat gideceğim yoluma. Yine biliyorum ki birinden vazgeçmek aslında yeni insanlara hayatımda yer açmaktır. Yeni insanlara yer açmalı insan. Yeni bakış açıları, yeni dostluklar hayatını zenginleştirir insanın. Bazen gerçekten acıtıyorlar ve gitmiyor aslında, yürümüyor bazı şeyler. Onunla daha mutsuz olacağına, onsuz daha mutlu olabilirim, bunu da biliyorum. Bırakınca bazı şeyleri hafifleyeceğim, ferahlayacağım.



Yeni arkadaslıklar gibi yeni ev de ferahlatır aslında. Yeni eve taşınmak yeniden başlayabilmektir hayata. Tertemiz, yepyeni bol ışıklı, yeni alışkanlıkların kazanılabileceği, arabaya binmeden spora ve yüzmeye gidilebilecek çok şık bir ev...
Tıpkı arkadaslarım gibi evimi de bırakamıyorum,başka yeni bir eve taşınamıyorum. Çünkü burada yaşanmışlıklarım var. Anılarım var. Kızımın doğumuna, ilk cümlesine, ilk diş çıkarmasına, ilk adımına dair bir sürü anı var bu evde. Dostlarım için kurduğum güzel balık sofraları, bol müzikli geceler, çınlayan kahkahalar var salonumda... Denediğim yeni tariflerin kokuları var mutfağımda. İlk kitabım için aylarca sabahladığım çalışma odam var bu evimde...Dostlarımın her daim kapısını çaldığı evimi şenlendirdiği bir kapım var....
Ben bırakamıyorum.  Dostlarımı, sevdiklerimi, benim için değerli olanları bırakamıyorum. Hayatımın anlamının bir parçası onlar. Geçmişimi, tarihimi biliyorlar.
Üstelik hala yeni insanlar ekliyorum hazineme, dostlar biriktiriyorum...ve vazgeçemiyorum o insanların hayatıma kattığı değerinden. 

Sezen Aksu'nun "Gidemem"şarkısındaki gibi...

Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir....

Dostlarla kalın...

6 Aralık 2011 Salı

Hayattan Keyif Almak


İnsan en çok hayallerini gerçekleştirmeye başladığında hayattan gerçekten keyif almaya başlıyor sanıyorum.

Ben cumartesi günü uzun zamandır istediğim birşey yaptım.

Çok uzun zamandır marka yönetimi alanında uluslararası markalarda çalışıyorum.  Yüzlerce lansman yapıp, bir sürü PR projeleri bir sürü krizler yönettim. Basın iletişimine dair on dört seneyi aşkın zamandır deneyimlemediğim, yönetmediğim proje kalmadı. Artık bunca deneyimden sonra bir yerde bu deneyimimi başka alanlarda da kullanmalıyım dedim. Farklı lansmanlar, farklı projelerle bir sürü renkli işe imza atıyorum ama bir süredir bu deneyimlerimi gençlerle paylaşma isteği çok ciddi bastırıp duruyordu içimde ve ben kendimi öğrencilere ders anlatırken görmeye başladım. Bu fikir beni heyecanlandırıyordu. Sonunda da geçen hafta bunu deneyimledim. Evet onca işin gücün arasında, 2012 yılının iletişim planları hazırlanır, bütçeler oluşturulurken ben bir de ders vermeye zaman ayırdım. Normalde eğitim içeriği hazırlamak, hafta sonu oraya gitmek vb istemeyen birinin gözünde büyüyebilirken, ben çok keyifle yaptım bunu... İnsan isteyince herseyi yapabiliyor bunu anladım.

Cumartesi sabahı hazırlandım erkenden kalktım eğitim vereceğim otele gittim. Eğitim hazırlıklarına başlarken bir görevli geldi ve "hocam flipchart ister misiniz ? " diye sordu. Ben üstüme alınmadım tabii.  Sonra arkamdan omzuma hafifçe dokunarak" hocam, flipchart ister misiniz? " diye bir daha sordu. Ben ilk defa birisi bana "hocam" dediği için önce şaşırdım, sonra da gülümseyerek, dersin sonunda yaptıracağım uygulama için istediğim flipchart sayısını söyledim. Sonra sınıfa öğrenciler gelmeye ve herkes hep bir ağızdan "hocam" demeye başladılar.   Ve ben içimden gülümseyerek ve keyifle derse başladım. Bu benim için çok keyifli bir deneyim oldu çünkü artık vermeye başladım. Verdikçe doldum, dolarken aldım, aldıkça verdim. Dersin sonunda öğrenciler sınıftan bir hayli geç çıktılar ve çok keyifli şekilde vedalaştık. Pazartesi işe geldiğimde bazılarının mail attığını, bazılarınınsa Linkedin'den iletişim kurduğunu gördüm. Bu da beni çok keyiflendirdi. Ektiğiniz iletişim tohumları, doğru ekilmiş, doğru beslenmiş ve pırıl pırıl filizlenmişti...

İnsanlara bildiğim konuyla ilgili birşeyler verebilmek, insanlarda yarattığı etkiyi görmek beni büyüledi. Ve bu işe fırsat buldukça devam etmem gerektiğine karar verdim.

Ve yine bir kez daha gördüm ki insan en çok hayallerini gerçekleştirmeye başladığında hayattan gerçekten keyif almaya başlıyor.

Sevgilerimle

3 Aralık 2011 Cumartesi

Ömrünün ikinci yarısı....

Bugün öğle yemeğinde arkadaşlarla konuşuyorduk "insan otuz beşten sonra farklılaşıyor" diye. Evet gerçekten farklılaşıyor. Ömrünün ikinci yarısı başladığında insan artık vakit kaybetmek istemiyor bence.

Ömrün ilk yarısında zaten okul telaşıydı, sınavlardı, işe başlamaydı, evlilikti, kariyerdi, çocuktu hatta ikinci çocuktu hayat hep hızlı ve telaş içinde geçiyor. Sonra bir bakıyorsun ki yaş gelmiş otuz beşe...  O zaman durup düşünüyorsun ve diyorsun ki "artık vakit kaybetmek istemiyorum. " Tahammül ettiğin insanları, ayağını sürüyerek gittiğin yerleri siliyorsun önce hayatından. Bütün yüklerini atıyorsun üzerinden. Zorlayarak taşıdığın ne varsa kamburunu çıkartan, atıp rahatlıyorsun. İçini ve üstünü temizliyorsun sonra.

Sonra bir hesap yapıyorsun. Diyorsun ki 35 yılımı hep başkaları için yaşadım. Okula gidilmesi gerekiyordu; gittim. Ders çalışılması gerekiyordu; çalıştım. İşe girilmesi gerekiyordu; girdim. Sonra aşık oldum geldi; evlendim. Gidilmesi gereken aile ziyaretleri vardı; gittim. Gece çocuğa kalkılması gerekiyordu; kalktım ve uykusuz işe gidilmesi gerekiyordu; gittim.

Ve sonra diyorsun ki artık  yeter.... 

Daha ne kadar sağlıklı olarak bu hayatı sürdüreceğini bilmiyorsun. Çünkü yaş yolun yarısı...

Hem işin güzel yanı artık hırsın da kalmıyor işe, yaşama, maddiyata dair.

Daha dinginleşiyorsun bu yaşına kadar cebine tüm biriktirdiklerinle. Daha çok seviyorsun sanki sevdiklerini. Hangi dostlarının özel olduğunu anlıyorsun.

Telefon rehberin çok kabarık olsa da acil durumlarda aranacak özel dostlarının sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor artık çünkü biliyorsun.

Üstelik işin güzel yanı artık hem bilecek kadar deneyimin var hem de yapacak kadar enerjin var bu yaşta...

Artık yükleri atma zamanı olduğunu anlıyorsun ve seni neyin mutlu ettiğini.

"Samimiyet" belki de en önemli kelime oluyor belki hayatında. Samimi dostluklara, samimi gülümsemeye verdiğin değer artıyor. Çünkü artık biliyorsun sıkıca kucakladığında çocuğun seni, gerçek sevginin ve içten kucaklamanın ne demek olduğunu...

Sevgilin gözünün içine bakarak güşümseyince  anlıyorsun ne demek istediğini söze hiç gerek kalmadan. Eskiden "beni ne kadar cok sevdiğini soyle" tutturmalarının yerine bakışınla, gözlerinin içinin gülmesiyle anlıyorsun seni, en çok seni sevdiğini söze gerek kalmadan...

Anlıyorsun, seçiyorsun, biliyorsun ve tutkuyla yapabiliyorsun...

İşte 35 yaşın kısa bir özeti bu aslında...

Sevgiler