16 Şubat 2012 Perşembe

AŞK SENSİN...



NERGİS
“Neyi arıyorsan sen O'sun" der Mevlana...

Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık...

Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sü­rükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır.

Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslın­da, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü...

Her aşkta kendimizi ararız; o yüzden bulduklarımız, benzerlerimizdir.

Resimlerini yanyana koyun sevdiklerini­zin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...




Aşk denilen kaleydoskobun buzlucamına gözünüzü dayadığınızda, binbir camın rengarenk ışıklar saçarak döndüğünü ve her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça...


Aşklarınız hülasanızdır.

Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın, farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam par­çalar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz...
 Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizde­ki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki si­zin ilhamınız, tenindeki sizin ısınız...Yoksa hâlâ bir sevdiceğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...
Aşk, narsizmdir.Kendimiziz her aşkta arayıp durduğu­muz, peşinde olduğumuz...

Bir omza sığınmanın şefkatinde de, bir göğsü dişlemenin şehvetinde de kendimize açılan kapılar var.

Sevda, çevrildikçe içimizin farklı ışıkları­nı yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.

Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.

Narcissus'u bilirsiniz:


 
Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya doyamazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ır­mak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü... uzanıp, iyice bak­mak istemiş. Tam gördüğünde kendini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya...

Yeryüzünün en güzel insanının öldüğü­nü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş.

Narcissus, nergis olmuş.

Kıssadan hisse, benden size tavsiye, ta­ze bir nergis verin bugün sevgilinize...

Sonra da, nerede baharsa mevsim, ro­tasını oraya çevirip içindeki eski baharla­ra koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin, baharın elinizde olduğunu unutmadan...

Gözlerinizdeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin!

Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...


Çok sevdiğim bir arkadaşım bugün bir yazı paylaştı. Ben de sizinle paylaşmak istedim...

13 Şubat 2012 Pazartesi

Hayallerin Peşinde

Dün "Hayallerin Peşinde" filmini seyrettim.





Kate Winslet ve Leonardo DiCaprio'nun oynadığı 2008 yapımı Oscar'a aday gösterilen ve en iyi kadın oyuncu dalında Altın Küre alan  film bir başyapıt olarak defalarca izlenebilir bence.


Filmden o kadar çok etkilendim ki...Hatta "etkilenmek" kelimesi az kalır. Oyunculuk performansı, sahneler, senaryo ve akışın yanında bugün yaşadığımız hayatla o kadar paralellikler kurmuş ki yönetmen ve o kadar sert zıtlıkları kullanmış ki bugün yaşadığımız değerler ve "-mış gibi " yaşamlar insanın yüzüne çok çarpıcı şekilde yansıtılıyor. Hatta ben filmi seyrettikten sonra bir süre oturduğum yerden kalkamadım.

Tabii aslında filmin ismi "Hayallerin Peşinde". Ben de bu filmi hayallerinin peşinden koşan ve mutlu sonla biten bir Hollywood filmi olarak aldım.



Film, 1950'lerde geçiyor.  İki çocuğuyla mutlu gözüken bir hayat yaşayan, ama konforlu bir yaşam elde edebilmek için göğüslenen baskılarla kendi gerçek arzuları arasında sıkışıp kalan, bir çiftin öyküsü anlatılıyor.Oynadığı tiyatro oyunundan ve işinden mutsuz, evliliğinden ve hayatının rutininden sıkılmış bir kadın ve mutsuz bir evlilik imgeleriyle başlıyor. Adam işteyken kadın etrafı topluyor ve salon koltuğunun üzerine çarşaf ve yastık görülüyor. Ayrı yataklarda yatan ve son derece mutsuz ve yalnızlaşmış bir evlilik olduğunu anlıyorsunuz.

Adam küçücük kutuların içinde kafes gibi bir hücrede çalışıp önemli ve değerli birşey yaptığına kendini inandırmaya çalışıyor. Bu arada adam iş arkadaşlarından birisiyle dışarı çıkıyor, birlikte içki içerken bugün benim doğum günüm ama kimse hatırlamadı diyor ve iş arkadaşı olan kadınla birlikte oluyor. Kadının evinden ayrılıp eve geldiğinde kapıyı eşi açıyor. Kadın o mutsuz evi "yuva" haline dönüştürmüş, çocuklarla beraber hazırladığı sofraya davet ediyor adamı ve doğum günü için çok hoş bir sürpriz yaptığını anlıyor adam ve hemen duşa giriyor ve uzun bir süre duşta kalıyor.


Kadın tam da burada rutin, mutsuz ve sıkıcı hayatlarının akışını değiştirecek bir teklif getiriyor. Paris'e yerleşmeyi.... Paris'e yerleşip sen istediğin işi yapmaya karar verinceye kadar ben çalışırım diyor ve çok da işleyebilecek bir plan yapıyor ve adamı da ikna ediyor. Kutunun dışına çıkmaya, yüreğinin sesini dinlemeye ve ilişkilerini geri kazanmaya adamı ikna ediyor. Çoğumuz aslında rutinin içine o kadar gömülüyoruz ki bu arada neyi kaybettiğimizi farketmiyoruz bile ve sonra yaşanan olaylar, kadının hayal kırıklıkları, adamın korkuları gerçekten izleyici de soğuk duş etkisi yapıyor.

Bununla beraber filmde komşuların tepkilerini, iş arkadaşlarının bakış açılarını, deli bir adamın olaylara yorumunu son derece doğru ve açık ifade edişini özellikle izlemekte fayda var. Tüm bu karakterler o kadar çarpıcı şekilde yerleştirilmiş ki, hayatımızın içinde ama pek de farkında olmadığımız tiplemelerin altını çok etkileyici şekilde çizmiş...

Bu ara Stefano D'Anna'nın Tanrılar Okulu'nu okuyorum. Onun felsefesini de belki çok çarpıcı şekilde yansıttığı için aslında film beni bir kat daha etkiledi. Stefano'nun kitabıyla nasıl bir paralellik mi var? Onu da önümüzdeki günlerde anlatacağım...


2 Şubat 2012 Perşembe


Türkiye'de 2011'de en beğenilen şirketler


Capital Dergisi Gfk ile birlikte 2011 senesinde iş dünyasında Türkiye’nin En Beğenilen Sirketlerini belirlemek için bir araştırma yaptı.




Bu araştırma da iş dünyasını temsilen 8.500 yöneticiye fikri sorulmuş. Bu yanıtlar verilirken de "kendi şirketi hariç" yanıt vermesi istenmiş. Kendi şirketini yanıt olarak verenler ise analize dahil edilmemiş.

Buna göre bu sene en çok beğenilen şirket 4 senedir olduğu gibi Turkcell çıkmış. Sonra Garanti Bankası,  Arçelik, Koç Holding ve arkasından Eczacıbaşı Topluluğu geliyor.

İlk 10 ise aşağıdaki gibi.

1  Turkcell
2 Garanti Bankası
3 Arcelik
4 Koc Holding
5 Eczacıbası Topluluğu
6 Coca-Cola / Unilever
7 Turk Hava Yolları
8 Is Bankası
9 Procter & Gamble
10 Sabancı Holding

Şimdi bunu niye yazdım. Çünkü çok dikkatimi çeken birsey oldu.

Yapılan araştırmaya göre Türkiye’nin “En Beğenilen” ilk 5 şirketin ilk ikisine bakıldığında bilgi ve teknoloji yatırımları” üç ve dördüncü sırada ise güvenilir şirket olmakriterleri ön plana çıkıyor.
 
Eczacıbaşı Topluluğu'nda ise duygusal bağlılık yaratmada etkisi yüksek olan ve son senelerde şirketlerin gündemindeki önemi yükselen “Toplumsal Sorumluluk” konusu  ön plana çıkıyor. Bu güçlü yanlara karşın çalışanına sağladığı ücret politikası ve seviyesi anlamında zayıflar. Ayrıca rekabette etik davranma, yönetim kalitesi ve şeffaflığı ve çalışan memnuniyeti konularında da zayıf olarak nitelenmişler.


İşte tam da bu nokta benim çok ilgimi çekti.

Bir kişinin iş yerine bağlılığını sağlayan önemli etmenlerin başında ücret politikası gibi konular gelmiyor. Tabii bu konuda önemli ama benim marka derslerinde de belirttiğim gibi sosyal sorumluluk projeleri gibi duygusal bağ yaratan konular çok önem kazanıyor.


Tüm burada belirtilen ve en beğenilen şirket olma kıstasları aslında itibarını doğru yöneten ve doğru algılanan şirketlerin başarılı olduğunu gösteriyor. Artık devir değişti. Sadece finansal sonuçlar ya da raporlar bir şirketin başarılı olduğunu göstermiyor. Başarılı şirket olmak ve yetkin çalışanlarını ellerinde tutabilmek için şirketlerin itibarını doğru yönetmeleri gerekiyor.