27 Kasım 2011 Pazar

Baştacı çocuğum, yol arkadaşı kocam, vazgeçemediğim işim. Peki ya ben?


Bu bloğu yazmamın bir çok nedeni var.  Ben 30’lu yaşlardaki diğer çalışan kadın, anne ve eşlerden sadece biriyim. 
Kızım olduktan sonra hayatım değişti. Ben uzun bir süre başıma gelen şeylerin, endişelerimin, kavgalarımın sadece bana ait olduğunu düşündüm. Sonra farkettim ki aslında biz kadınlar birbirimize çok benziyoruz. Endişelerimiz, değerlerimiz, beklentilerimiz, kırgınlıklarımız, hayallerimiz aynı... Farkettim ki “benzerlikleri  farketmek” beni rahatlatıyor. Düşündüğüm ve  hissettiğim seyleri, diğer kadınların da hissetmesi aslında  bizi birbirimize daha da çok bağlıyor. Bu duygu ve düşünceleri, kadınsal halleri sizlerle ve tüm “bize benzeyen “ kadınlarla paylaşmak istedim.
Bizlerinçok benzer yanlarımız var. En belirgin özelliklerimizden birisi mükemmeliyetçi olmamız.  İşimizde, evimizde, çocuğumuzda, ilişkilerimizde mükemmellik bizim ölçütümüz, daha azıyla yetinemiyoruz. Kendimize koyduğumuz, beynimizin içindeki çıtamız hep çok yukarıda.
Hepimizin bir diğer ortak noktası  30’lu yaşlarda anne olmamız.
Çocuklar hakkında çok paranoyak olabiliyoruz, çocuklarımızın üzerine titreyip onların her şeyiyle ilgilenmeye çalışıyoruz. Okuluyla, psikolojik ve fiziksel ihtiyaclarıyla kısacasıyla her şeyiyle çok yakından ilgileniyoruz. Hatta bazen onların hayatlarını kendi hayattlarımız gibi yaşıyoruz. Bazen üstlerine o kadar cok eğiliyoruz ki, çocuklar bizim gölgemizden kendi ışıklarını alıp yeterince büyüyüp, serpilemiyorlar. Biz de onların hayatını yaşamaktan bazen kendimizi ikinci plana atıyoruz.
Bizler hamilelikten önce çok bakımlı ve 34-36-38 beden giyen kadınlarken, hamilelik sürecinde 20’ser kilo alan kadınlar olduk.
Hepimiz  “güçlü”, bir sürü işi aynı anda yapabilen, ne istediğini bilen eğitimli, düşünen ve sonuç alan kadınlarız...
Aynı zamanda  “yorgun” kadınlarız da... Çocuğun okulunu ayrı, sosyal uğraşlarını ayrı, işini ve kariyerini ayrı, sosyal ve arkadaş çevreni ayrı, evdeki yardımcıyı ayrı, eşi ayrı, anne- baba- kayınvalide ve kayınpeder grubunu ayrı, evin düzenini ayrı ayrı idare etmeye çalışan, elinden gelenin en iyisini yapmaya uğraşıp, hep bir yerlere yetişmek zorunda olan, önemli toplantınla çocuğun veli toplantısını çakıştırmamaya çalışan, çocuğun aylık okul menüsüne göre aylık pişecek yemek listesini excell tablo olarak buzdolabının üstüne asan, herseyi aşırı planlayıp  kontrol etme çabasında olan, evdeki yardımcıya sinirlense de elinden başka türlüsü gelmediği için  idare eden, sürekli bir yerlere, birilerine yetişmeye uğraşan  ama yetişemediği için hep vicdan azabıyla yaşayan, planlamaktan ve koşturmaktan yorulmuş kadınlarız. İsimler değişse de yaşadıklarımız aynı.                                                          
Geçmişimiz, kişisel tarihimiz de çok benziyor birbirine.
Bizim ailelerimiz çok zengin değildi.
Çoğumuzun annesi ya  “ev hanımı”ydı ya da rahat işlerde çalışan kadınlardı. Kimisi bir yerde öğretmen, kimisi memurdu. Evde “gün”ler yapılır ve biz okuldan gelince,  büyük bir keyifle annelerimizin “gün”lerinden kalan pasta, börek, çöreği yer, bir taraftan da “komşu teyze” lerle sohbet ederdik. Evin düzenini “anne” belirlerdi. Babalarımız ise kendi işiyle uğraşan orta halli bir tüccar ya da bir yerlerde çalışan orta-üst düzey yönetici  ve akşam eve gelen aile reisiydi. Kapı zillerinin üzerinde babalarımızın isimleri yazardı.
Ailelerimiz bizi yetiştirebilmek için ellerinden gelenin en iyisini yapmışlar, tüm imkanlarını sunmuşlar, başarıyı bir kıstas olarak öğretmişlerdi. Bize tüm maddi manevi imkanlarını sunarak okullara, dershanelere gondermişler, o dönem için önemli sayılabilecek özgürlük imkanını sağlamışlardı. Biz bu orta sınıf ailenin içinde bu temel değerlerle büyüyüp “başarı” için önce sıralarda dirsek çürüttük. Hayatımızı Anadolu lisesi, ÖSS ve ÖYS sınavlarında aldığımız puanların belirlediğine inandık. Okul ve eğitimin cok önemli  olduğu cocukluk ve gençlik yıllarımızı bize hatırlatmak üzere çoğumuzun orta parmağında kalem tutmaktan dolayı oluşan bir nasır vardır.
Çoğumuzun çocukluğu bahçelerde, yazları da yazlıklarda geçti Okul tatil olur olmaz ailece yazlığa gidilirdi, yazlığa gitmek bizim için “seramoni”ydi.
Ailelerimizle beraber yaptığımız yolculuklar bugün bile gülümsetir beni aklıma gelince.
Yaz olunca yazlık seyahati için önce araba tepeleme doldurulurdu. Öyle çok eşya konulur ki ayaklarımızın altı, arabanın bagajı her yer eşya dolu olurdu. Seyahat sırasında her meyve satan yerde ve Batı Anadolu’nun yol üzerindeki her müstesna pazarında durulurdu. Hele o dönemin koşullarında yolların virajlı ve çok çok daha uzun olduğunu düşünürsek, o yol tam bir eziyet olurdu bize. Ben bir de mide bulantısı ilaçlarıyla seyahatleri bir kat daha çekilir kılmaya calışırdım. O zamanlarda arabalar o kadar dolu olurdu ki bazen arabanın tepesinde port bagajımız bile olurdu. Bu alışkanlık sımdı yok tabii ama ne hikmetse o yıllarda, evlerimizde son kullanma  tarihi dolan eşyaların yazlıklara taşınması gibi bir adet vardı. Hele bir seferinde annem evdeki kocaman tüplü televizyonu yazlığa götürmeye kalkmıştı. Önde annem ve  babam arkada abim, ben ve televizyon, ayaklarımızın altında esyalar....Bagajın doluluğu yetmiyormuş gibi bir de port bagaj tepede. Zavallı arabamız yere yapışmış durumda, biz sıkışıklıktan ve sıcaktan daralmış ve camları sonuna kadar açarak seyahat ederdik. Kırk bin cırcır böceği gücündeki kaplumbağamız inliye inliye virajlı yollarda bizi yazlığa götürürdü. Yolda da seftali, incir gibi meyveler alınır, annem ilk gördüğü çemmede onları yıkar ve bir kısmını hemen orada yerdik. Geri kalanını da ayaklarımızın altında artık hiç kalmayan yere sığdırmaya calışırdık. O zamanlar çok söylenerek yaptığımız bu yolculuklar şimdi gülümseyerek hatırladığımız ortak anılar haline geldi...
Sonra büyüdük.  Hayatımızın merkezi üniversiteden sonra yapabileceğimiz master ya da iş alanlar haline geldi. Derken bazılarımız yurt dısına gitti bazılarımız  büyük sirketlere girdi. Ve  kariyer yapmaya basladık.
Bu değerlerle büyüyen biz kentli kadınlar, kendi bulduğumuz adamlarla evlendik. Hep aşk evlilikleriydi bizimkiler. Hayatı yan yana  paylaştığımız günlerdi. Beraber ev işi yapıp, beraber gezmeye gittik, beraber para kazanıp, beraber planlar yaptık. Eğlendik, seyahat ettik, okuduk, seviştik, güldük, keşfettik.
Bu arada kariyerlerimizde de sağlam adımlarla yukarıya, daha yukarıya tırmandık. Bazen düştük, canımız acıdı ama yılmadık ve yola devam ettik, derken; hayatımıza çocuklarımız geldi..
Hepimizin hamilelik  ve doğum süreci hafta hafta internetten hamileliği takip ederek, hayaller kurarak, okuyarak, araştırarak geçti. Bazılarımız doğum kurslarına gittik, bazılarımız işten fırsat bulamayarak koşmaya devam ettik. Hamilelikten önce ve hamilelik süresince okuduğumuz  tüm metinler ve konuştuğumuz  herkes, bir bebeğe sahip olmanın ne kadar güzel ve süper bir duygu olduğunu söylüyorlardı.  Kimse zor yanlarından bahsetmemişti. Ama kürenin bir de arka yüzü vardı.
Herkes için hayattaki en güzel ve özel sey bir çocuğa sahip olmak ama yine de bir cok zor tarafı da yok değildi. Uykusuz geceler, eşlerin” ben de burada varım “çığlıkları ve kavgalar, tekrar düzen kurmaya calışmalar, “ben”i unuttuğunu farkedip, sorgulamaya başlamalar.
Bizden önceki kuşaklarda kadın ve erkek işleri paylaşmıştı. Erkek evin dışında para kazanıyor, kadın da ev işi ve çocuklarla ilgileniyordu.
1980’lerden sonra sistem değişti. Ekonomik gelişmeler ve değişimlerle tek kişinin çalışması evin geçimi için yetmemeye başladı. Kadınlar da erkekler gibi okumuşlardı zaten. Üniversite eğitimini erkek cocukla beraber kız cocuk da tamamlıyordu. Böylece yeni bir düzen oluştu. Yeni düzene göre kadın hem güçlü hem para kazanan hem de evdeki düzeni sağlamaya çalışıp, annelerinden öğrendikleri ev kadınlığını sürdürmenin mücadelesini veriyorlardı.  Erkeklerse bu sistem içinde para kazanma görevi dısında başka bir rol üstlenmiyorlardı. Böyle olunca da kadınlar ve erkeklerin beklentileri farklılaşıyordu. Kadınlar daha destek ve hayatı paylaşan erkekler isterken, erkekler hem kadının para kazanmasını hem de eskiden gördükleri “ canım aşkım” ritüelini devam ettirsin, çocuklarına anne olsun, bütün annelik görevlerini yapsın, güzel görünsün, bakımlı olsun, kendisine de eş olarak özen göstersin istiyordu.
İşte bu koşullar altında kadın ya kendini unutuyor, kendiyle ilgili sorgulamalar ve mutsuzluklar başlıyor ya  bosanıyor ya da acil müdahalelerle bazı alanlarda ipleri bırakıyor. Aksi taktirde hepsini yapmaya calışırsa bir süre sonra gemiyi yürütemez hale geliyor.
Nasıl bu hale gelip, bu sürecin içine girdik, sorgulamalarımız nerede basladı ve nereye gidiyoruz? 
Bu bloğun temel çıkış nedeni budur. Bütün zor ve guzel yanlarıyla kadınlık hallerimizi paylaşmak, aslında bu hallerin hepimizin yasadığı seyler olduğunu anlatmak. Hiç birimiz yalnız değiliz, her birimiz aynı bütünün birer parcalarıyız.
Ben de bu süreci yaşadım. Çocuğum, işim, eşim, evim ve kendim derken gemi bir gun gitmez oldu. Durup ufka baktığımda etrafımda benım gibi bir çok kadın olduğunu gördüm. Ben benzerlikleri gördükçe, rotamı değiştirip, farklı çözümler aramaya başladım. Bir cok yaşam deneyimi dinledim, kendi yaşam deneyimlerimi paylaştım ve bugun olduğum yerde kendimi iyi hissediyorum, geleceğe gülümseyerek bakıyorum.
Umarım ki paylaşılan bu yaşam deneyimleri, sizler için  de  bir ışık olur ve kendinize yeniden hayatınızın içinde bir yer açarsınız...

1 yorum:

  1. Ellerine bloğuna sağlık:)Bizi bize ne kadar güzel anlatmışsın...

    YanıtlaSil